51. Yılında Türk Barış Harekatının Sonuçları

Giriş Bugün, 20 Temmuz 2025, Türk Barış Harekâtı’nın 51. yıldönümü. 1974’te gerçekleştirilen bu müdahale, yalnızca bir askeri operasyon değil, aynı zamanda bir halkın varoluş mücadelesinin zaferi ve Türkiye’nin bölgesel gücünü pekiştiren stratejik bir hamle olarak tarihe geçti. Yarım asrı aşan bu süre zarfında, harekâtın etkileri hem Kıbrıs adasında hem de Doğu Akdeniz'in jeopolitik dengelerinde derin izler bıraktı. Türk Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk halkının fiziksel ve kültürel varlığını korurken, Türkiye’nin uluslararası arenada caydırıcılığını ve bölgesel liderlik kapasitesini güçlendirdi. Eğer bu harekât gerçekleşmeseydi, sadece Kıbrıs Türk halkı değil, Türkiye’nin bölgesel konumu ve Doğu Akdeniz’deki hakları da ciddi bir tehdit altında olacaktı. Burada 20 Temmuz Barış harekatı siyasi ve tarihi bir boşlukta gerçekleşmedi. Bu mücadele adada tüm varını yoğunu bu mücadeleye vermiş Kıbrıs Türk halkı, Türk Mukavemet Teşkilatı ve Mücahitlerin ve Türk ordusunun birlikte verdiği mücadeleden bahsediyoruz. 20 Temmuz bu uzun mücadelenin son merhalesidir. 51 yıl sonra, bu müdahalenin hem kısa hem de uzun vadeli sonuçlarını değerlendirmek, yalnızca tarihsel bir analiz değil, aynı zamanda günümüzün jeopolitik dinamiklerini anlamak için bir zorunluluktur. Bu nedenle, şu soruları sormak kritik önem taşıyor: Türk Barış Harekâtı yapılmasaydı ne olurdu? Harekât, adada ve bölgede neleri değiştirdi? Ve bu değişiklikler, 2025’te hangi yansımaları doğuruyor? Bu Harekât Yapılmasaydı Ne Olurdu? 1974’te Yunanistan’daki cuntanın desteklediği Nikos Sampson’un gerçekleştirdiği darbe, Kıbrıs’ta Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı) hedefini açıkça ortaya koymuştu. Bu darbe, yalnızca bir yönetim değişikliği değil, aynı zamanda adadaki Türk toplumuna yönelik sistematik bir yok etme planının başlangıcıydı. 1960’larda başlayan etnik çatışmalar, 1963 Kanlı Noel olayları ve 1964’te Türk köylerine yönelik saldırılar, Rum tarafının Türkleri adadan tasfiye etme niyetini açıkça gösteriyordu. 1964 de Rum yönetimi garantör Türkiye’nin adaya müdahalesini her türlü vasıta ile önlemeye çalışmış ve hatta bunu caydırmak için “eğer Türkiye adaya müdahale ederse kurtaracak Türk bulamayacaktır sloganı ile politikasını açıklayacaktır. 1964 de bu politika ABD ve İngiltereye de resmen bildirilecektir. Bunu bildiren de sonradan Rum Cumhurbaşkanı olacak olan Papadopulos’tu. Türkleri yok etmek planı önce Akritas planıydı bu daha sonra geliştirilerek Ioannides planı ve son olarak da İphestos planı olarak açıklanacaktı. Bu hedefle 1958 den başlayarak saldırı vve katliamlar Sinde, Üç Şehitler, Goşşi 1960 larda Ay Vasıl, Kumsal, Küçük kaymaklı, Limasol, Geçitkale, Boğaziçi ve 1974 Türk müdahalesi sonrası en acı biçimde Dohni, Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerinde kendini gösterecektir. Buralarda yüzlerce Kıbrıs Türkü- kadın çoluk çocuk ve bebekler öldürülerek toplu mezarlara gömülmüştü. 1974’teki Yunan darbesi, bu niyeti hayata geçirme girişiminin en somut adımı idi. Eğer Türkiye, 20 Temmuz 1974’te Garanti Antlaşması’ndan doğan müdahale hakkını kullanmasaydı, aşağıdaki felaket senaryoları büyük olasılıkla gerçekleşirdi: · Kıbrıs Türk halkına yönelik soykırım gerçekleşecekti : Sampson darbesinin ardından Rum milisler, Türk köylerine yönelik geniş çaplı saldırılar planlıyordu. 1963-64’teki gibi sınırlı kalmayacak bu saldırılar, kitlesel katliamlara ve etnik temizliği başlatacaktı. Türk halkı, fiziksel olarak yok edilme ya da adadan tamamen sürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı. Bunu önleyecek bir güç adada yoktu · Enosis gerçekleşecekti: Darbe, Kıbrıs’ı bir Yunan adasına dönüştürecekti. Enosis’in resmi olarak ilan edilmesi, adanın Yunanistan'a ilhakı ile sonuçlanır, 1960 Ortaklık Anlaşması’nı fiilen geçersiz kılardı. Bu, uluslararası hukuka aykırı bir oldubitti yaratır ve Türkiye’nin garantörlük haklarını tamamen etkisiz hale getirecekti. · Self-determinasyon hakkı kaybedilecekti : 1960 Anlaşmaları’yla tanınan Kıbrıs Türk halkının kendi kaderini tayin hakkı, fiilen ortadan kalkardı. Türk toplumunun çok az bir kısmı , eğer Rum Yunan soykırımından geriye kalsa bile Rum egemenliği altında asimile olmaya zorlanır, kültürel ve siyasi kimliği silinirdi. Kısaca ikinci bir Girit faciası yaşanacaktı. · Türkiye’nin bölgesel caydırıcılığı çökecekti Garanti Antlaşması’nı uygulamayarak Türkiye, uluslararası taahhütlerini yerine getirmeyen bir devlet olarak algılanır, bu da hem NATO içinde hem de bölgesel düzeyde onun güvenilirliğini zedeler ve hatta ortadan kaldırırdı. Komşu ülkeler ve küresel aktörler, Türkiye’yi zayıf bir aktör olarak görmeye başlar, bu da uzun vadede dış politikada ciddi kayıplara yol açardı. · KKTC var olmayacaktı: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) diye bir devlet olmaz, Türk halkı ya adadan silinir ya da toplu göçle Türkiye'ye sığınmak zorunda kalırdı. Bu, Yüzbinlerce insanın yerinden edilmesi ve kültürel bir trajedi anlamına gelirdi. · Kıbrıs'ın kaybı Türkiye'de çok ciddi traum

51. Yılında Türk Barış Harekatının Sonuçları




Giriş Bugün, 20 Temmuz 2025, Türk Barış Harekâtı’nın 51. yıldönümü. 1974’te gerçekleştirilen bu müdahale, yalnızca bir askeri operasyon değil, aynı zamanda bir halkın varoluş mücadelesinin zaferi ve Türkiye’nin bölgesel gücünü pekiştiren stratejik bir hamle olarak tarihe geçti. Yarım asrı aşan bu süre zarfında, harekâtın etkileri hem Kıbrıs adasında hem de Doğu Akdeniz'in jeopolitik dengelerinde derin izler bıraktı. Türk Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk halkının fiziksel ve kültürel varlığını korurken, Türkiye’nin uluslararası arenada caydırıcılığını ve bölgesel liderlik kapasitesini güçlendirdi. Eğer bu harekât gerçekleşmeseydi, sadece Kıbrıs Türk halkı değil, Türkiye’nin bölgesel konumu ve Doğu Akdeniz’deki hakları da ciddi bir tehdit altında olacaktı. Burada 20 Temmuz Barış harekatı siyasi ve tarihi bir boşlukta gerçekleşmedi. Bu mücadele adada tüm varını yoğunu bu mücadeleye vermiş Kıbrıs Türk halkı, Türk Mukavemet Teşkilatı ve Mücahitlerin ve Türk ordusunun birlikte verdiği mücadeleden bahsediyoruz. 20 Temmuz bu uzun mücadelenin son merhalesidir. 51 yıl sonra, bu müdahalenin hem kısa hem de uzun vadeli sonuçlarını değerlendirmek, yalnızca tarihsel bir analiz değil, aynı zamanda günümüzün jeopolitik dinamiklerini anlamak için bir zorunluluktur. Bu nedenle, şu soruları sormak kritik önem taşıyor: Türk Barış Harekâtı yapılmasaydı ne olurdu? Harekât, adada ve bölgede neleri değiştirdi? Ve bu değişiklikler, 2025’te hangi yansımaları doğuruyor? Bu Harekât Yapılmasaydı Ne Olurdu? 1974’te Yunanistan’daki cuntanın desteklediği Nikos Sampson’un gerçekleştirdiği darbe, Kıbrıs’ta Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı) hedefini açıkça ortaya koymuştu. Bu darbe, yalnızca bir yönetim değişikliği değil, aynı zamanda adadaki Türk toplumuna yönelik sistematik bir yok etme planının başlangıcıydı. 1960’larda başlayan etnik çatışmalar, 1963 Kanlı Noel olayları ve 1964’te Türk köylerine yönelik saldırılar, Rum tarafının Türkleri adadan tasfiye etme niyetini açıkça gösteriyordu. 1964 de Rum yönetimi garantör Türkiye’nin adaya müdahalesini her türlü vasıta ile önlemeye çalışmış ve hatta bunu caydırmak için “eğer Türkiye adaya müdahale ederse kurtaracak Türk bulamayacaktır sloganı ile politikasını açıklayacaktır. 1964 de bu politika ABD ve İngiltereye de resmen bildirilecektir. Bunu bildiren de sonradan Rum Cumhurbaşkanı olacak olan Papadopulos’tu. Türkleri yok etmek planı önce Akritas planıydı bu daha sonra geliştirilerek Ioannides planı ve son olarak da İphestos planı olarak açıklanacaktı. Bu hedefle 1958 den başlayarak saldırı vve katliamlar Sinde, Üç Şehitler, Goşşi 1960 larda Ay Vasıl, Kumsal, Küçük kaymaklı, Limasol, Geçitkale, Boğaziçi ve 1974 Türk müdahalesi sonrası en acı biçimde Dohni, Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerinde kendini gösterecektir. Buralarda yüzlerce Kıbrıs Türkü- kadın çoluk çocuk ve bebekler öldürülerek toplu mezarlara gömülmüştü. 1974’teki Yunan darbesi, bu niyeti hayata geçirme girişiminin en somut adımı idi. Eğer Türkiye, 20 Temmuz 1974’te Garanti Antlaşması’ndan doğan müdahale hakkını kullanmasaydı, aşağıdaki felaket senaryoları büyük olasılıkla gerçekleşirdi: · Kıbrıs Türk halkına yönelik soykırım gerçekleşecekti : Sampson darbesinin ardından Rum milisler, Türk köylerine yönelik geniş çaplı saldırılar planlıyordu. 1963-64’teki gibi sınırlı kalmayacak bu saldırılar, kitlesel katliamlara ve etnik temizliği başlatacaktı. Türk halkı, fiziksel olarak yok edilme ya da adadan tamamen sürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı. Bunu önleyecek bir güç adada yoktu · Enosis gerçekleşecekti: Darbe, Kıbrıs’ı bir Yunan adasına dönüştürecekti. Enosis’in resmi olarak ilan edilmesi, adanın Yunanistan'a ilhakı ile sonuçlanır, 1960 Ortaklık Anlaşması’nı fiilen geçersiz kılardı. Bu, uluslararası hukuka aykırı bir oldubitti yaratır ve Türkiye’nin garantörlük haklarını tamamen etkisiz hale getirecekti. · Self-determinasyon hakkı kaybedilecekti : 1960 Anlaşmaları’yla tanınan Kıbrıs Türk halkının kendi kaderini tayin hakkı, fiilen ortadan kalkardı. Türk toplumunun çok az bir kısmı , eğer Rum Yunan soykırımından geriye kalsa bile Rum egemenliği altında asimile olmaya zorlanır, kültürel ve siyasi kimliği silinirdi. Kısaca ikinci bir Girit faciası yaşanacaktı. · Türkiye’nin bölgesel caydırıcılığı çökecekti Garanti Antlaşması’nı uygulamayarak Türkiye, uluslararası taahhütlerini yerine getirmeyen bir devlet olarak algılanır, bu da hem NATO içinde hem de bölgesel düzeyde onun güvenilirliğini zedeler ve hatta ortadan kaldırırdı. Komşu ülkeler ve küresel aktörler, Türkiye’yi zayıf bir aktör olarak görmeye başlar, bu da uzun vadede dış politikada ciddi kayıplara yol açardı. · KKTC var olmayacaktı: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) diye bir devlet olmaz, Türk halkı ya adadan silinir ya da toplu göçle Türkiye'ye sığınmak zorunda kalırdı. Bu, Yüzbinlerce insanın yerinden edilmesi ve kültürel bir trajedi anlamına gelirdi. · Kıbrıs'ın kaybı Türkiye'de çok ciddi trauma yaratacaktı. Kıbrıs Türk halkının yok edilmesi veya adadan sürülmesinin Türkiye içinde yaratacağı şok dalgaları da büyük tahribat ve çöküntü yaratacaktı. Türkiye kıyılarından sadece 70 km uzaklıktaki bir adada garantör ve anayasal düzen çökerse tek yanlı müdahale hakkı vardı. Şimdi adada Yunanistan, Rum milli muhafız askerlerine komuta eden Yunanlı subaylar, Eokacı’lar ve aşırı sağcı gruplarla birlikte Enosis amacıyla bir darbe yapmıştı ve Rumlar arası çatışmalar artmıştı. Bunun Kıbrıs Türk toplumuna karşı bir soykırıma dönüşmesi de bir an meselesiydi. Müdahale yapılmasaydı ve soykırım gerçekleşseydi bu ikinci bir Girit faciası olacak ve Türk halkı arasında büyük bir psikolojik çöküş yaşanacaktı. Bu da 1699 dan beri devam eden büyük tarihi gerilemenin devam ettiği, bunun Lozanda falan durmadığı, ve Türk milletinin batı karşısında hala yok oluşa doğru gittiğini gösteren bir gelişme olarak görülecekti. Bunun Türk halkında yaratacağı çöküntü çok ciddi olacaktı · Yunanistan ve Kıbrıs’ta cunta uzun yıllar devam edecekti Türk barış harekatı çok ironik görünse de Yunanistan’daki Cuntayı ve onun Kıbrısta’ki uzantısı olan Samson Cuntasını da devirerek bu ülkelere demokrasiyi getirdi. Yunan Cuntasının ülkede yaptığı katliamlar bilinmektedir. Ayrıca Dönemin Rum Komünist partisi AKEL lideri, Sağcı Cuntanın binlerce AKEL üyesinin idam etmek üzere olduğunu ve bunu Türk müdahalesinin önlediğini açıklamıştır. Bu bakımdan Türk müdahalesinin çok sayıda Rum’un da hayatını kurtardığı bir gerçektir. · Türkiye çoktan Doğu Akdeniz’den dışlanacaktı: Enosis’in gerçekleşmesi, Türkiye’yi daha sonraki yıllarda Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları ve enerji kaynakları paylaşımından tamamen dışlardı. Sevilla planı ile Türkiye’yi bu gün Yunanistan’la birlikte denizlerde Antalya körfezine hapsetme stratejisini kendiliğinden adım adım gerçekleşirdi. Buna karşı o dönemde Mavi Vatan doktrini de ortaya çıkamayacağın dan bu gün kritik denerek savunulan haklar, o dönemde kaybedilmiş olurdu. Rum-Yunan ittifakı, İsrail ve diğer aktörlerle iş birliği yaparak Türkiye’yi Akdeniz’de izole ederdi. · Günümüzde Türkiye Güneyden de sarılacaktı. Bu güne gelirsek Türkiye’nin Güney kıyıları tümüyle Girne ve Karpaz’a üslenecek Rum- Yunan, İsrail, Fransız ve ABD Üsleri ile tehdit altına alınacak ve buradaki Turizm bölgeleri ve dünyaya açılan ticaret, enerji hatları da daimi tehdit altına girecekti. Kıbrıs Türk halkı açısından 20 temmuzun kazanımları Kıbrıs Türk halkı, 1950’lerden itibaren Rum tarafının Enosis politikalarına karşı varoluş mücadelesi vermekteydi. 1960 Ortaklık Anlaşması, Türk toplumuna eşit haklar tanısa da, Rum tarafının bu anlaşmayı tanımaması ve 1963’ten itibaren Türkleri sistematik olarak dışlaması, bu mücadeleyi daha da kritik hale getirdi. Türk Barış Harekâtı, bu uzun soluklu mücadelenin dönüm noktası oldu ve aşağıdaki kazanımları sağladı: · Güvenli bir vatan: Harekât, Kıbrıs Türk halkının ilk kez kendi kontrolü altında güvenli bir coğrafyada yaşama hakkını elde etmesini sağladı. Kuzeydeki topraklar, Türk toplumunun fiziksel güvenliğini garanti altına aldı. Bu, 1963-74 arasında Rum saldırıları nedeniyle sürekli tehdit altında yaşayan Türk köyleri için hayati bir dönüm noktasıydı. Örneğin, Muratağa, Sandallar ve Atlılar katliamları gibi trajediler, harekâtın ne kadar kritik olduğunu gösteriyor. · Self-determinasyon hakkının fiilen kullanımı: 1960 Anlaşmaları’yla tanınan self-determinasyon hakkı, harekât sayesinde somut bir gerçekliğe dönüştü. Türk toplumu, kendi siyasi iradesini hayata geçirme imkânı buldu. 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulması ve 1983’te KKTC’nin ilanı, bu hakkın kurumsallaşmasının somut adımları oldu · Kendi kurumlarının inşası: Harekât sonrası Türk toplumu, kendi eğitim sistemini, sağlık hizmetlerini, yerel yönetimlerini ve güvenlik güçlerini kurdu. Bu, sadece fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda kültürel ve siyasal kimliğin korunması anlamına geliyordu. Örneğin, KKTC’nin üniversite sistemi, bugün uluslararası düzeyde tanınan bir eğitim merkezi haline geldi. Turizm ayni şekilde her yıl dünyadan yüzbinlere turisti ağırlamaktadır. · Kültürel kimliğin korunması: Harekât, Türk toplumunun dil, din ve kültürel mirasını korumasını sağladı. Rum egemenliği altında asimilasyon tehlikesiyle karşı karşıya olan Türkler, kendi okullarında, camilerinde ve kültürel kurumlarında kimliklerini sürdürebildi. Bu, bir halkın varoluşunun temel taşlarından biriydi. · Uluslararası alanda temsil: KKTC'nin ilanı, Türk toplumunun uluslararası platformlarda sesini duyurabilmesini sağladı. Her ne kadar tanınma sınırlı olsa da, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Türk Devletler Teşkilatı gibi platformlarda KKTC'nin gözlemci statüsü, Türk toplumunun diplomatik varlığını güçlendirdi. KKTC çok sayıda ülke ile de eşit altı yani tanıma olmasa da ilişkilerin devamlı gelişmekte olduğu dinamik bir döneme girmiştir Harekâtın Türkiye Açısından Stratejik Sonuçları Türk Barış Harekâtı, sadece Kıbrıs Türk halkını kurtarmakla kalmadı, aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel ve küresel konumunu güçlendiren bir stratejik hamle oldu. Harekâtın Türkiye’ye sağladığı uzun vadeli kazanımlar, 2025’te hâlâ belirleyici bir rol oynuyor: 1. Caydırıcılığın yeniden tesisi: o Garanti Antlaşması’nın uygulanması: Türkiye, 1960 Garanti Antlaşması’ndan doğan haklarını kullanarak uluslararası hukuka uygun bir müdahale gerçekleştirdi. Bu, Türkiye’nin uluslararası taahhütlere bağlılığını ve kararlılığını gösterdi. Bölgedeki diğer aktörler, Türkiye’nin gerektiğinde güç kullanabileceğini anladı. o Yunanistan’ın durdurulması: Yunan cuntasının Enosis planı, harekâtla fiilen çöktü. 1960 anlaşmaları aslında hem adada hem de doğu Akdeniz’de bir Türk Yunan dengesi üzerine kurulmuştu. 1974 darbesi Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki hegemonya arayışıydı ve Türk barış harekatı buna ağır bir darbe vurdu ve Türkiye’nin bölgesel liderlik kapasitesini pekiştirdi. Yunanistan’daki cuntanın çöküşü de harekâtın dolaylı bir sonucu oldu. 2. Savunma sanayisinin temellerinin atılması: o ABD ambargosunun katalizör etkisi: Harekât sonrası ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu, Türkiye’nin yerli savunma sanayisini geliştirmesini zorunlu kıldı. 1975’te kurulan ASELSAN, TUSAŞ ve diğer savunma şirketleri, bu ambargonun bir sonucu olarak doğdu. Bugün Türkiye, İHA/SİHA teknolojisinde dünya liderlerinden biri konumundadır ve bu süreç, 1974’ün dolaylı bir mirasıdır. o Askeri bağımsızlık: Ambargo, Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtararak kendi savunma kapasitesini geliştirmeye itti. Bu, 2025’te Türkiye’nin NATO içinde bile bağımsız bir aktör olarak hareket edebilmesinin temelini oluşturdu. Bu da Türk barış harekatı tecrübesinin uzun dönemli ancak çok kritik bir sonucu olmuştur. 3. Doğu Akdeniz’de jeopolitik dengenin değişmesi: o Enerji ve deniz yetki alanlarında söz sahipliği: Harekât, Türkiye ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki ileriki yıllarda enerji kaynakları ve deniz yetki alanları paylaşımında kilit aktörler olmasını sağladı. Bu güne kadar geçen süreye bakıldığında adım adım bunun gerçekleştiği görülür. 2019’daki Türkiye-Libya ve KKTC ile Deniz Yetki Alanları Anlaşması ve Mavi Vatan doktrini, 1974’ün açtığı stratejik yolun sonuçlarıdır. o Bölgesel ittifakların önü açıldı: Harekât, Türkiye’nin KKTC üzerinden Libya, Katar ve diğer bölgesel aktörlerle işbirliği yapmasının zeminini hazırladı. Bu, Türkiye’nin Akdeniz’de izole edilmesini engelledi ve çok taraflı bir stratejik ağ oluşturmasını sağladı. Suriye ile gelişen ilişkilerde şimdi denizde de KKTC nin hakları konusunda adımlar atılabilecektir 4. Diplomatik caydırıcılık: Harekât, Türkiye’nin uluslararası arenada kararlı bir aktör olduğunu kanıtladı. Bu, özellikle 1980’ler ve 1990’larda Türkiye’nin NATO ve BM nezdinde daha güçlü bir pozisyon almasını sağladı. Bugün bile, Türkiye’nin KKTC’yi tanıma konusundaki kararlı duruşu, diğer ülkelerin iki devletli çözüm modeline yönelik algısını yavaş yavaş değiştirmektedir. Rum yönetiminin Hatalı Stratejileri 1974 sonrası süreçte, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), barış ve çözüm yerine hatalı stratejiler izleyerek kendi pozisyonunu zayıflattı. Bu stratejiler, hem adada kalıcı bir çözümü engelledi hem de Türkiye ve KKTC’nin jeopolitik kazanımlarını artırdı. En sonunda da Rum tarafının arka arkaya federasyon çözüm tekliflerini reddetmesi ile Türk tarafı iki devlet modelini masaya sürdü. Acaba Rum yönetimi 1974 sonrasında hangi hataları yaptı. Üniter devlet hedefinden vazgeçmedi o Federasyonun taktiksel kullanımı: Rum tarafı, 1974 sonrası federasyon önerilerini bir çözüm modeli olarak değil, üniter devlet hedefini gizlemek için bir taktik araç olarak kullandı. Bu, 1985-6 da De Cuellar Planlarını, 2004’teki Annan Planı ve 2017’deki Guterres Belgesi’nin reddedilmesiyle açıkça ortaya çıktı. Rum tarafı, her defasında Türk toplumunun eşit siyasi haklarını tanımayı reddetti. Türk tarafı bu federal çözüm planlarını kabul etmişti. o Etnik üstünlük politikası: Rum liderliği, Türk toplumunu azınlık statüsüne indirgemeye çalıştı. Bu, adada iki eşit toplum temelinde bir çözüm olasılığını ortadan kaldırdı ve Türk tarafını iki devletli çözüm modeline yöneltti. Devlet olarak tanınan, bunun devasa avantajlarından faydalanan ve arka arkaya BM nin federasyon çözüm planlarını reddettiği halde hiçbir bedel ödemeyen ve hatta mükafatlandırılan bir Rum yönetiminin federal bir Kıbrıs’ta federe bir devlet konumuna indirgenmeyi kabul etmeyeceği açıktı. o Rum yönetimi adeta daimi üyelerin federasyon dogmasından yararlanarak Kıbrıs’ta eninde sonunda istediği sonuçları alacağını düşündü. Müzakerelerde BM çözüm planlarına defalarca hayır demesine rağmen hiçbir bedel ödemeyip adeta mükafatlandırılan ve planlara evet dese bile ağır ambargolarla cezalandırılan Türk tarafının bir noktada kendi istediklerini kabul edeceği düşüncesini taşıdı. 2. Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlamaya çalıştı: o Sevilla Haritası’nın dayatılması: Rum tarafı, Sevilla Haritası gibi Türkiye’nin deniz yetki alanlarını yok sayan haritaları destekledi. Bu harita, Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapsedecek bir deniz sınırı öneriyordu. Ancak bu strateji, Türkiye’nin Mavi Vatan doktriniyle yanıt vermesine ve Libya’yla anlaşma yapmasına yol açtı. o Uluslararası ittifak arayışı: Rum tarafı, İsrail, Mısır ve Yunanistan’la iş birliği yaparak Türkiye’yi izole etmeye çalıştı. Ancak bu ittifaklar, Türkiye’nin sahada fiili varlık göstermesi (örneğin, sondaj gemileri ve donanma faaliyetleri) ve diplomatik karşı hamleleriyle etkisiz hale geldi. 3. Uluslararası şartların değişmesi: o Konsey daimi üyelerinin dogması çöküyor. BM daimi üyeleri hala federasyon görüşün dese de bunun adada veya uluslararası ilişkilerde bir karşılığı kalmamıştır. İki taraf arasında uçurum giderek daha da açılmaktadır. Dünyada bir zamanlar her etnik dini çatışmalara deva formül olarak ileri sürülen federasyonlar tümüyle gözden düşmüştür. Kıbrıs sorununda taraflara örnek olarak gösterilen Yugoslavya ve Çekoslovakya gibi federasyonlar arka arkaya çökerek dağılmıştır. Batılı güçlerin müdahalesiyle kurulan Bosna Hersek federasyonu can çekişmekte ve soykırımı yapanlarla soykırıma uğrayanları bir arada yaşatmaya çalışanlar bugün orada yükselen nefretin ne zaman patlayacağını izlemektedirler o Konsey daimi üyeleri sorun çözme kapasitelerini kaybetti. Bugün artık Türk tarafı iki devlet tezini masaya sürmüş ve bunu ısrarla savunmaktadır Barış Harekatı ile başlayan sürede Türkiye’nin bu aktörlerden baskılarına dayanma kapasitesi artarken, şimdi artık bu konsey daimi üyelerinin dünyada artan sorunları çözme kapasitesi adeta çökmüş ve tamamen bu form karşılıklı vetolarla felç olmuştur. Bu daimi üyeler her türlü katliamları ve hatta soykırımları seyreden ve hatta direkt bunları gerçekleştiren ülkeler konumuna geldiler. Başka soykırımlar yanında Srebrenitza, Ruanda, ve tabii ki en sonunda Gazze soykırımı konseyin ve de BM nin ne hale geldiğini göstermektedir. Bu yüzden Daimi üyelerin Kıbrıs’ta 50 yıldan fazladır devam eden başarısız federasyon müzakerelerinden sonra hala federasyon görüşün demeleri aklın alacağı bir şey değildir. o AB Kıbrıs’ta çözümü değil stratejik genişlemeyi düşündü. AB ‘nin de Kıbrıs’ta 2004 Annan planı sırasında her iki tarafı da baskı ve teşviklerle çözüme motive edeceğine Rum tarafına açık çek vermesi gerçekten bu örgütün de Kıbrıs’ta çözümü değil tamamen kendi stratejik çıkarlarını düşündüğünü göstermiştir. Bu şekilde Rum tarafını çözüm olmasa bile alarak Doğu Akdeniz’e yerleşme ve hidrokarbon enerji denkleminde büyük pay alarak Türkiye'yi enerji denklemi dışında bırakmak hedefini güttü. Türkiye’nin garantörlük hakkının kalkacağı veya etkisiz hale geleceği, Türk tarafının azınlık olacağı Rum tarafının çoğunluk olup yöneteceği bir Kıbrıs AB için istenen çözüm olduğu ortaya çıktı. Türkiye zaten 20 Temmuz barış harekatı olmasaydı bu kadar medeniyet jeopolitiği uygulayan ve Türkiye’yi dışlayan Avrupa karşısında bu gün çok daha zayıf bir konumda olacaktı. o BM ve küresel aktörlerin farkındalığı: Rum tarafının federasyon söylemini taktiksel olarak kullandığı, BM ve bazı daimi üyeler tarafından giderek daha açık bir şekilde görülüyor. Örneğin, 2021’de Cenevre’deki gayriresmî 5+1 toplantılarında Türk tarafının iki devletli çözüm önerisi, uluslararası toplumda daha fazla yankı bulmaya başladı. o Tanınma baskısı: KKTC’nin İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki gözlemci statüsü ve bazı ülkelerle gelişen ilişkiler, Rum tarafının izolasyon politikalarını zayıflattı. Özellikle enerji paylaşımı ve bölgesel istikrar arayışı, KKTC’nin uluslararası alanda daha fazla dikkate alınmasını sağladı. o Ayni şekilde KKTC nin Türk devletleri teşkilatına kendi adıyla gözlemci üye olması da ciddi bir adımdı. Her ne kadar AB Orta Asya politikası uygularken bazı Türki cumhuriyetlerine baskıyla Rum yönetimini tanıştırdıysa da durum bu kadar basit değildir. KKTC artık tüm TDT nin organizasyonlarına ve toplantılarına katılmakta üye ülkelerle kurumsal olarak da birçok seviyede çok yakın ilişkilere girmektedir. Hatta tam üyelik de konuşulmaktadır. 4. Kalıcı çözümün iki devletli modele kayması: Rum tarafının uzlaşmaz tutumu, iki devletli çözüm modelini hem Türk tarafı hem de uluslararası toplum nezdinde daha meşru ve uygulanabilir hale getirdi. Bugün, 2025’te, iki devletli çözüm, adada kalıcı barışın en gerçekçi yolu olarak giderek daha fazla kabul görüyor. Sonuç: 20 Temmuz, Tarihin Doğru Yere Akmasını Sağladı 1974 Türk Barış Harekâtı, sadece bir askeri müdahale değil, aynı zamanda bir halkın varoluşunu güvence altına alan ve Türkiye’nin bölgesel gücünü pekiştiren tarihsel bir dönüm noktasıdır. Bu harekât sayesinde: · Kıbrıs Türk halkı yok olmaktan kurtuldu: Harekât, Türk toplumunun fiziksel ve kültürel varlığını korudu, kendi topraklarında özgürce yaşama hakkını garanti altına aldı · Self-determinasyon hakkı fiilen kullanıldı: KKTC’nin ilanı, Türk toplumunun kendi kaderini tayin etme iradesinin somut bir sonucu oldu. · Türkiye, Doğu Akdeniz’de güçlü bir konum edindi: Mavi Vatan doktrini, Libya anlaşmaları ve enerji paylaşımındaki aktif rol, 1974’ün stratejik mirasıdır. · Bölgesel barışın temeli atıldı: Harekât, adada kalıcı bir çatışma ortamını engelledi ve Türk toplumunun güvenliğini sağlayarak bölgesel istikrarı destekledi. · Rum maksimalizmi federasyonu bitirdi. 1974 den beri müzakerelerde devam eden maksimalist Rum zihniyeti federasyon modelini adeta tüketti, Türk tarafının iki devlet modelini masaya sürmesini sağladı. Bugün, 51 yıl sonra, Türk Barış Harekâtı’nın mirası hâlâ en güçlü şekilde yaşıyor. Eğer 1974’te bu kararlılık gösterilmemiş olsaydı, ne Kıbrıs Türk toplumunun ortaklık hakları, ne self determinasyon hakkı ve ne de toplumun kendisi kalırdı. Türkiye ise bugün haklarını koruyarak bu günlere gelemez Doğu Akdeniz'de bu kadar stratejik ağırlık elde edemezdi. 20 Temmuz, sadece bir tarih değil, bir halkın ve bir milletin kaderini yeniden yazan bir iradenin sembolüdür. 20 Temmuzu bu anlayış ve bilinçle anıyoruz.