Umarım siz, “dönüşenlerden” değilsiniz!...

Ben hayatımın neredeyse tamamını milliyetçi ve muhafazakâr bir çevrede yaşadım… Çocukluk dönemimin bütün yazlarını Kur’an Kurslarında geçirdim… Devamında İmam Hatip Lisesi’nde yedi yıl yatılı okudum… Bütün bu yıllar boyunca bana, daima maddiyattan ve gösterişten uzak bir hayat yaşamam gerektiği öğretildi… Hz. Peygamberin “bir lokma, bir hırka” felsefesiyle yaşadığı; devletin en zor zamanlarında on yıl halifelik yapan Hz. Ömer’in beytülmalın bir mumuna bile dokunmadığı söylendi… Dünya malına tamah etmek veya Allah kuluna minnet eylemek, şirkin kapısını açar diye tembihlendi… Ne olursanız olun, başınıza ne gelirse gelsin, daima Yusuf gibi davranın, asla hak yoldan sapmayın dendi… Mütevazı durmanın, kanaatkâr olmanın ve aşırılıktan kaçınmanın hem dinen, hem de ahlaken önemli bir farz olduğu, adeta nakış işler gibi sürekli beynime işlendi… Haliyle hayat tarzım buna göre şekillendi… Değer yargılarım bu yönde oluştu… İlaveten, kendi çocuklarımı da aynı doğrultuda yetiştirmeye çalıştım… Öğrencilerime aynı anlayışı salık verdim… Fakat gelin görün ki; dün bana bunları öğretenlerin önemli bir kısmının bugün öğrettiklerinin tam tersine bir hayat yaşadıklarını görünce aptallaşıyorum… Ve duruma ne tepki vereceğimi bilemez oluyorum… Kendi kendime, acaba yolun neresini kaçırdım ben diyorum!... Dinimizin ve milli terbiyemizin kitabında, bahsettiğim ilkelerle ilgili “sadece iktidar oluncaya kadar geçerlidir; iktidar olduktan sonra serbestsiniz” diye bir dipnot mu vardı yoksa?!... Bunu mu göremedim? Şimdi onlar gibi dönüşsem mi, dönüşmesem mi?... Çünkü şu anda, iktidarı temsil eden, dindar ve muhafazakâr kimlikli siyasi ve bürokratik seçkinlerden bazıları, geçmişte savunduğu bir çok değerden kopmuş ve o dönemdeki dünya görüşlerinden hayli uzakla Daha önce vesayet rejimi tarafından dışlanan, ülkenin ekonomik kaynaklarından mahrum bırakılan, devlet bürokrasisinde kendine yer bulamayan bu mazlum ve mağdur kesim, şimdi niye varlık içinde yokluk çeksin ki!.. Enayiliğin lüzumu yok… Su akarken kabını dolduracaksın, de- Anlamsızca koruma ve araç konvoyları eşliğinde dolaşıyorlar, - Şatafatlı düğünler yapıyorlar, - Abartılı sosyal medya paylaşımlarıyla görüntü veriyorlar, - Servetlerini ve statülerini teşhir ediyorlar, falan diye yazıp çizsinler!... Bu para onları bozmadı da bizi mi bozacak? “Doyumsuzluk” onlara helal de bize değil mi? … İşin ironisi tabi ki… Yalnız yukarıdaki sıralı cümleler benim değil… Karar Gazetesi’nden Ulvi Saran’a ait… 4 Temmuz 2025 tarihli “Muhafazakâr Siyasetçiler ve Bürokratlar Neden Şatafat ve Servet Düşkünü?” başlıklı yazısından… Ulvi Hoca’nın özetle yazdıkları şu: Bu kadrolar geçmişte meşruiyetini; “gösterişsiz hayat, ahlaki duruş, kul hakkı, kamu malına el uzatmama, tasarruf, haram-helal hassasiyeti” gibi yüksek ahlak ve dini referanslara dayandırmıştı… Kitleleri de bunlarla etkileyerek iktidara öyle gelmişti… Dün yerdiklerini bugün kendileri yapanlar, ellerindeki nüfuz ve yetkileri kullanıp sadece kendi yakınlarına ve çocuklarına öncelik tanıyanlar, iktidar gücünün gölgesine sığınıp keyfi bir biçimde etik sınırları zorlayanlar, “seküler” diye eleştirdikleri insanlardan daha fazla dünyalık peşinde koşanlar, seksen yılın sonunda zor kazandıkları iktidarı yalnızca bu davranışlarla kaybedeceklerinin farkında değiller!... Bununla, “dindar ve muhafazakâr” kimlikli tüm siyasetçi ve bürokratları kastetmiyoruz tabi… Çürük elmalardan bahsediyoruz… Onlar sanıyorlar ki, bir iktidarı muhalefet yıkar! Hayır, iktidarları bitiren yine iktidarların kendisidir… “Homo homini lupus” yani… Yok yere başka düşman aramayınız!... Kendi duruşunuzu bozmamanız, kendi ilkelerinizi korumanız kafi gelecek aslında… Ama bu devirde fabrika ayarlarına geri dönmek maalesef her babayiğidin harcı değil… Yeniden o eski duruşun ve o eski ilkelerin dünyasında yaşamayı kabul etmek yürek istiyor!... Alışkanlıkları terk etmek, paradan ve statüden vazgeçmek şimdiye kadar kimin için kolay olmuş ki? İşte bu yüzden, iktidarın nimetlerini Allah’ın nimetlerine tercih edenlere; Ulvi Hoca’nın deyimiyle, bu durumlarını meşru göstermek için yorum ve gerekçe üretmekten başka yapacak bir şey kalmıyor!... “Değişim” başka bir şeydir, “dönüşüm” başka bir şey… Bahsettiğim insanlardan bir çoğu bugün başka bir şeye “dönüşmüş” durumda!... Değişenler için her zaman yeni bir çözüm vardır… Onlar zor da olsa özünü bulabilir… Fakat dönüşenler için bu mümkün değil… Ayrandan tekrar süt olmaz! Benim de özetle diyeceğim şu: İktidarın değiştirdiği ile iktidarın dönüştürdüğü şeyler arasında bu anlamda büyük bir fark var… Umarım siz, başka bir şeye “dönüşenlerden” değilsinizdir…

Umarım siz, “dönüşenlerden” değilsiniz!...




Ben hayatımın neredeyse tamamını milliyetçi ve muhafazakâr bir çevrede yaşadım… Çocukluk dönemimin bütün yazlarını Kur’an Kurslarında geçirdim… Devamında İmam Hatip Lisesi’nde yedi yıl yatılı okudum… Bütün bu yıllar boyunca bana, daima maddiyattan ve gösterişten uzak bir hayat yaşamam gerektiği öğretildi… Hz. Peygamberin “bir lokma, bir hırka” felsefesiyle yaşadığı; devletin en zor zamanlarında on yıl halifelik yapan Hz. Ömer’in beytülmalın bir mumuna bile dokunmadığı söylendi… Dünya malına tamah etmek veya Allah kuluna minnet eylemek, şirkin kapısını açar diye tembihlendi… Ne olursanız olun, başınıza ne gelirse gelsin, daima Yusuf gibi davranın, asla hak yoldan sapmayın dendi… Mütevazı durmanın, kanaatkâr olmanın ve aşırılıktan kaçınmanın hem dinen, hem de ahlaken önemli bir farz olduğu, adeta nakış işler gibi sürekli beynime işlendi… Haliyle hayat tarzım buna göre şekillendi… Değer yargılarım bu yönde oluştu… İlaveten, kendi çocuklarımı da aynı doğrultuda yetiştirmeye çalıştım… Öğrencilerime aynı anlayışı salık verdim… Fakat gelin görün ki; dün bana bunları öğretenlerin önemli bir kısmının bugün öğrettiklerinin tam tersine bir hayat yaşadıklarını görünce aptallaşıyorum… Ve duruma ne tepki vereceğimi bilemez oluyorum… Kendi kendime, acaba yolun neresini kaçırdım ben diyorum!... Dinimizin ve milli terbiyemizin kitabında, bahsettiğim ilkelerle ilgili “sadece iktidar oluncaya kadar geçerlidir; iktidar olduktan sonra serbestsiniz” diye bir dipnot mu vardı yoksa?!... Bunu mu göremedim? Şimdi onlar gibi dönüşsem mi, dönüşmesem mi?... Çünkü şu anda, iktidarı temsil eden, dindar ve muhafazakâr kimlikli siyasi ve bürokratik seçkinlerden bazıları, geçmişte savunduğu bir çok değerden kopmuş ve o dönemdeki dünya görüşlerinden hayli uzakla Daha önce vesayet rejimi tarafından dışlanan, ülkenin ekonomik kaynaklarından mahrum bırakılan, devlet bürokrasisinde kendine yer bulamayan bu mazlum ve mağdur kesim, şimdi niye varlık içinde yokluk çeksin ki!.. Enayiliğin lüzumu yok… Su akarken kabını dolduracaksın, de- Anlamsızca koruma ve araç konvoyları eşliğinde dolaşıyorlar, - Şatafatlı düğünler yapıyorlar, - Abartılı sosyal medya paylaşımlarıyla görüntü veriyorlar, - Servetlerini ve statülerini teşhir ediyorlar, falan diye yazıp çizsinler!... Bu para onları bozmadı da bizi mi bozacak? “Doyumsuzluk” onlara helal de bize değil mi? … İşin ironisi tabi ki… Yalnız yukarıdaki sıralı cümleler benim değil… Karar Gazetesi’nden Ulvi Saran’a ait… 4 Temmuz 2025 tarihli “Muhafazakâr Siyasetçiler ve Bürokratlar Neden Şatafat ve Servet Düşkünü?” başlıklı yazısından… Ulvi Hoca’nın özetle yazdıkları şu: Bu kadrolar geçmişte meşruiyetini; “gösterişsiz hayat, ahlaki duruş, kul hakkı, kamu malına el uzatmama, tasarruf, haram-helal hassasiyeti” gibi yüksek ahlak ve dini referanslara dayandırmıştı… Kitleleri de bunlarla etkileyerek iktidara öyle gelmişti… Dün yerdiklerini bugün kendileri yapanlar, ellerindeki nüfuz ve yetkileri kullanıp sadece kendi yakınlarına ve çocuklarına öncelik tanıyanlar, iktidar gücünün gölgesine sığınıp keyfi bir biçimde etik sınırları zorlayanlar, “seküler” diye eleştirdikleri insanlardan daha fazla dünyalık peşinde koşanlar, seksen yılın sonunda zor kazandıkları iktidarı yalnızca bu davranışlarla kaybedeceklerinin farkında değiller!... Bununla, “dindar ve muhafazakâr” kimlikli tüm siyasetçi ve bürokratları kastetmiyoruz tabi… Çürük elmalardan bahsediyoruz… Onlar sanıyorlar ki, bir iktidarı muhalefet yıkar! Hayır, iktidarları bitiren yine iktidarların kendisidir… “Homo homini lupus” yani… Yok yere başka düşman aramayınız!... Kendi duruşunuzu bozmamanız, kendi ilkelerinizi korumanız kafi gelecek aslında… Ama bu devirde fabrika ayarlarına geri dönmek maalesef her babayiğidin harcı değil… Yeniden o eski duruşun ve o eski ilkelerin dünyasında yaşamayı kabul etmek yürek istiyor!... Alışkanlıkları terk etmek, paradan ve statüden vazgeçmek şimdiye kadar kimin için kolay olmuş ki? İşte bu yüzden, iktidarın nimetlerini Allah’ın nimetlerine tercih edenlere; Ulvi Hoca’nın deyimiyle, bu durumlarını meşru göstermek için yorum ve gerekçe üretmekten başka yapacak bir şey kalmıyor!... “Değişim” başka bir şeydir, “dönüşüm” başka bir şey… Bahsettiğim insanlardan bir çoğu bugün başka bir şeye “dönüşmüş” durumda!... Değişenler için her zaman yeni bir çözüm vardır… Onlar zor da olsa özünü bulabilir… Fakat dönüşenler için bu mümkün değil… Ayrandan tekrar süt olmaz! Benim de özetle diyeceğim şu: İktidarın değiştirdiği ile iktidarın dönüştürdüğü şeyler arasında bu anlamda büyük bir fark var… Umarım siz, başka bir şeye “dönüşenlerden” değilsinizdir…